Bu, nesilden nesile devam eden, yüz yılların bitmeyen çileli hayat öyküsüdür. Bu sefalet öyküleri, dilden dile nesilden nesile yürek burkan Türk’ün değişmeyen kader çizgisidir.
Gümüşhane Merkez Kabaköy, Türkiye’de 9 Ayasofya Camiinden birine ev sahipliği yapıyor. Ayasofya Camii, kiliseden camiye çevrilen yüzlerce yıllık tarihi bir yapıdır. 8. Yüzyılda inşa edilen yapı, Osmanlı’nın bölgeyi fethinden sonra camiye çevriliyor.
Bölgede Ermeni-Rum azınlıkların yanında Hristiyan Türkler bir arada komşu, köy ya da mahallelerde yaşıyor. Etrafta, Aşağı Yetirmez Yukarı Yetirmezleri, Mırızlı, Şebrenli, Garagodil, Çahrahlı, Nalbantlı, Pelitli vb. adlarla anılan yerleşim yerlerinde çok sayıda kilise var.
Kabaköy civar köy veya yerleşim yerlerinde de Hristiyan ahali yaşıyor (Ermeni, Rum, Hristiyan Türk.) Kabaköy Merkezi konumda ve Ayasofya Kilisesi nedeniyle diğer kiliselerin merkezidir. Müslüman olan Osmanlı Türklerinin bölgeye yerleşmesiyle birlikte asırlarca hayatı birlikte paylaşıyorlar. Kısıtlı tarım ve hayvancılık alanlarının çok büyük kısmı, Hristiyan ahali elindedir. Türkler onlara göre çok düşük tarımsal imkanlara sahiptir. Osmanlı’daki gayri müslimlerin askerlikten muaf tutulmaları sebebiyle gayet rahat ve imtiyazlı bir hayat sürüyor. Zaten yeterince tarım ve hayvancılık yapacak potansiyel ya da toprağa sahip olmamaları aynı zamanda, 15 yıl hatta daha fazla askerlik için cepheden cepheye koşarak askerlik yapmaları nedeniyle gençlik cephelerde geçiyor.
Askerlik sonucu ya şehit ya gazi olurken arkalarında bıraktıkları aileleri çalıştıracak erkek bulmakta çok büyük zorluk çekiyorlar. Aynı aileden üç kardeş askere gidip köye dönemiyor. Askere giden her 10 kişiden üçü ancak çoğu kez sakat dönüyordu. Bu yüzden kadın, kız, yaşlı, aile bireyleri hayatın büyük yükünü omuzlarında buluyordu.
Gümüşhane’de ve ülkenin birçok yerinde ana ya da kadın olmak çiledir, sefalettir, açlık, çaresizlikle boğuşmak dayanılması zor hayata katlanmak ağır geçim yükünü sırtlamaktır.
Kadınlar dağdan, taştan, patikalardan atın, eşeğin, katırın bile yürümekte zorlandığı uçurumlardan sırtında odun, ot, tezek, geven vb. taşımaktır.
Hayata tutunmak ayakta kalmak geçimin destanını yazmaktır.
Bölgedeki Hristiyan ahali ise Türklere göre daha büyük imkanlara sahiptir. Çalışma yaşındaki erkekler evinin başında, Türkler ise cephelerdedir.
Tarım ve hayvancılık dışında Hristiyan ahali etraftaki zengin azınlıklar her alanda imtiyaz görmektedir.
Genç yaşta askere giden ve uzun askerlik süresi Türkleri mesleksiz bırakmıştır. Genelde ağır işlerde çalışanlar Türkler meslek sahibi ise azınlıklardır.
Gürcistan’a, Rusya’ya çalışmaya giden veya bölgede ticari hayatı ellerinde bulunduran azınlıklar daha yüksek kazanca ve refaha sahipken, Türkler bu imkandan yoksundur.
Azınlıkların evleri daha lüks, geniş ve konforludur. Kabaköy ve civar köylerdeki Türkler genelde tek gözlü toprak bacalı evlerde oturur, evden ahıra kapı açılır, daha ilerisi yine ahıra çıkar. Ahırın birinde birkaç büyükbaş diğerinde küçükbaş hayvanlar barınır.
Dar sokaktan eve girince ardından ahır, tekrar ev ve tekrar ahıra girilir. Adeta tünelden geçerdik. Kabaköy’deki dedelerimiz çalışma yaşında Şebrenli bölgesinden taş ocağından civar azınlık yerleşim yerlerine yöreye has yontulmuş taşları sırtlarında çok uzun mesafeden taşır, ekmek parası çıkarmaya çalışırdı.
Bu, nesilden nesile devam eden, yüz yılların bitmeyen çileli hayat öyküsüdür. Bu sefalet öyküleri, dilden dile nesilden nesile yürek burkan Türk’ün değişmeyen kader çizgisidir.
Osmanlı döneminde Cuma namazı kılma izni verilen merkezlerden birisi Kabaköy’deki Ayasofya Camidir. Civar köylerden, yaylalardan Cuma namazı için Kabaköy’e gelinirdi. Cuma günleri gazi dedem misafir odamızda hep misafir ağırlardı. Köydeki evimiz Ayasofya Camiine çok yakındı.
Köyün evleri basit taş duvarlı toprak damlı evlerdi. Damın yağmurda, karda su akıtmaması için log denilen silindir yuvarlak taşla damları silindir işlevi gören loğlama işlemine tabi tutardık.
Hatta toprak damlarda yürümek, toprak zemini sıkıştırmak, damlamaya engel olsun diye, tavsiye edilirdi. Bizim evin damında, yukarı mahallede sevdiğini gözleyen bir ağabeyin damı sık ziyareti espriye sebep olmuştu.
Kışın bir metreyi geçen kar yağardı. Baca ve damlar üzerindeki karları tahta kürekle kürür, dar sokaklara atardık. Bu haliyle sokakları geçilmez zor yürünür kılardı.
Normal zamanda hayvanları cami önündeki çeşmenin kurunundan içirmek için götürürdük. Sokaklar kardan kapanınca artık gerek evin gerek hayvanların su ihtiyacını iki ucuna ip ya da zincir bağlanmış cakkur denilen özel ahşap aletle bakraçla sırtımızda su taşırdık. Evlerde zaten su yoktu.
Bizim çocuk yaşta günümüz ahırda başlardı. Sabah annem hayvanlara yem verir, ben ardından altlarını temizler, tüm büyük başların sırtını kaşağılar, altlarına kuruluk atardım.
Küçükbaş keçi ve koyunlara dalıyla kesilen ağaç, yaprak bağlarının çalılarını toplar, onlarında altlarını temizlerdim. Bizim genelde keçilerimiz olurdu.
Pirahmetli teyzem bize bir koyun hediye etmişti. O da bir gün eliyle ayağıyla ahırdan kaybolmuştu. Annem çok üzülmüştü. Sonradan öğrendik, gençler koyunu ahırımızdan çalmış dağda kesip yemişlerdi.
Bir keresinde 3 yaşında hasta olmuşum, ateşim yükselmiş hiç bir müdahaleye sonuç vermemiş beni yere uzatmışlar. Ümitler kesilmiş, doğan çocuklardan yarıdan çoğunun ölenler arasına ben de katılmak üzereyken gazi dedemin kardeşi Hanım hala, hızır gibi yetişmiş.
Kendi geleneksel sağlık kültürü ile müdahale etmiş yeniden yaşama dönmüşüm. Doktor nerede?! İlaç nerede?!
Zaten doktor yok araç yok, fakir insanlar ölene “ortalığın derdi” der, çaresizliğe “kader” der sineye çekerdik.
Ayasofya Cami yağmurda, karda damı akıtmayan tek muhkem yapıydı. Civar köylerde cami yoktu Ayasofya Cami köyün şansıydı. Köyün başka bir şansı, yapılış tarihi bilinmeyen Dölek deresinden daha eski tarihlerde köyde yaşayanlar su kanalı vurmuş, çok büyük tarla, bağ, bahçeyi suya kavuşturmuş. Bu da köye hayat vermişti.
Köy yeşillikler içinde örnek yerleşim yeri görüntüsü veriyordu. Ülkede Cumhuriyet kurulmadan önce 40 bin köyün 31 bininde cami yoktu. Bizim köyümüz bu açıdan şanslıydı, camisi vardı. Okulu Cumhuriyetle birlikte açıldı. Türkler o kadar fakirdi ki cami yapacak imkana sahip değillerdi. Zaten köylerdeki camilerin yapılış tarihleri ve Osmanlı arşiv kayıtları bunu teyid eder.
Cumhuriyetle birlikte ilk yıllar zorluklar olmasına rağmen yok oluş süreci İstiklal harbiyle tersine döndü. Hem de zor ekonomik kalkınma savaşı başlamıştı. Bugünlere çok büyük zorluklar çekerek geldik.
Türk milletinin alın yazısı, kaderi, Cumhuriyetle değişti. O dönemi bilmemek Cumhuriyetin ne yaptığını, yeni nesillerin idrak etmesinde doğru anlaşılmaya engel olur.
Bugünkü imkanlar dün yaşananları ödenen ağır bedelleri anlamadan doğru anlaşılamaz.
Doğru bilgi, geçmişi doğru öğrenmeyi, geleceğe daha hazırlıklı olmayı sağlar.
Selam olsun bize çileli hayatlarla bugünleri bırakanlara, ölenlere rahmet, kalanlara sağlık ve esenlikler dileriz.
Sabri ŞENEL- 9.02.2024 / İstanbul - Ümraniye